14 Temmuz 2014 Pazartesi
11 Nisan 2012 Çarşamba
"Neden acaba?" üzerine
Blogdan blog çıkarmak güzel oluyor.:) Daha önce de yapmıştım..
Erkan Sezgin'in sorusu bu yola itti bu kez beni..
"Ancak yaşadığımız her şeyin bir kenarında olmasına, dünyada birçok mazlum halkı bombalamasına, Müslümanlara ve insanlığa yaptığı bunca eziyet, zulüm ve katliama, askerlerimizin başına çuval geçirmesine, hatta gemimizi vurup askerlerimizi öldürmesine karşın asla ABD’ye düşman olmamız gerekmedi.
Neden acaba?" diye sormuş..
Argo deyişle "O biraz sıkar!" (Tabi, ulusal çapta. Bireysel ve/veya toplumsal-sınıfsal olarak değil!)
İkiz Kuleler saldırıya uğradığında Bush, şöyle bir ikilem koydu ortaya:
"Ya bizden yanasınız ya teröristten yanasınız."
E.. Bir süper güçten yana olmamak, onu karşına almak her babayiğidin harcı değil! Üstelik 60 yıldır tam anlamıyla göbekten bağlı olduğumuz, onlar hapşırırsa bizim grip olup yataklara düştüğümüz bir dünyada yaşıyoruz..
***
Kaynağını tam olarak bilemediğim bir söz öbeği var:
"Dostumun dostu dostumdur..
Dostumun düşmanı düşmanımdır..
Düşmanımın dostu düşmanımdır..
Düşmanımın düşmanı dostumdur!"
Aslında bu kaba bir genelleme. "Her genelleme gibi bu da tehlikelidir!" deyip devam edelim..
Bireysel olduğu kadar uluslararası alanda da sıkça kullanılan bir genelleme örneği.. Zamana, mekâna ve duruma göre taşların pozisyon değiştirdiği karmaşık bir yapısı var..
Yurdum toprakları da, ezelden beri bu uluslararası satrancın tam göbeğinde yer aldığı için; sözlü olarak dile getirilmese bile, hem bireysel, hem toplumsal, hem de uluslararası boyutlarda kullanılan mantıktır, iş bu genelleme..
Dost ve düşman olarak ikiye ayrılsalar sorun yok da.. Üçüncü, dördüncü hatta beşinci şahıslar da söz konusu olunca daha da çetrefilleşiyor!.. Bir de ortaya uluslararası takiyye (olduğundan farklı görünme) anlayışı girdiğinde içinden çıkılmaz bir durum oluşuyor, sorular peş peşe geliyor.
Yukarıdaki ikilemle altındaki söz öbeğini bir arada değerlendirdiğimizde bunun sorunun yanıtı biraz daha netleşiyor, sanırım. Lâkin tümünde de -saçma da olsa- düz mantık kullanmak gerekiyor. Yani; "A", "C"ye düşmandır. "B" de "C"ye düşmandır. O halde "A" ile "B" dosttur. Tabii bu kadar basit olmuyor bu işler.
Uluslararası dostluk-düşmanlık; son aşamada ülkelerin, kendilerini sınırlarla birbirinden ayırmalarıyla kesinleşmiş, bu sınırlar kaldırılıncaya kadar da sürecek anlaşılan..
İletişim teknolojisi ve dokunmak üzerine
(İlk yayınlanışı: 10 Temmuz 2011)
Teknolojinin gelişmesi ile toplumsal bilinç/kültür düzeyinin eşit/uyumlu olarak yükselmesi gerekiyor. Ama bu, dünyanın hiçbir yerinde gerektiği gibi olmuyor! Eşitsizliğin açtığı uçurumun daha geniş olduğu toplumlarda geçmişe özlem, nostalji türü yakınmalar daha çok görülüyor.. Daha da önemlisi: Kişisel oluşumlardaki sağlıksız gelişmeler..
Yıllar önce okuduğum, şimdi adlarını dahi anımsayamadığım birkaç kitaptan aklımda kalanlara göre:
İnsanlararasında (hatta tüm canlılar arasında) 'elektrik' alışverişi yapılıyormuş.. Bildiğimiz elektrikten biraz farklı bir elektrikmiş bu. Ve miktarı da insandan insana değişim gösteriyormuş.. Eğer normalden fazlaysa; o insan normal yaşamında oldukça aktif, yerinde duramaz bir tip oluyormuş. Normalden azsa da tam tersi.. Ama tümünün de sorunlarının çözümü elektrik alışverişi ile olanaklı imiş. Yani elektriği fazla olanlar, elektriği az olanlara 'elektrik' verecekmiş.. Diğerleri alacakmış.. Böylece denge sağlanacak, elektrik azlığından ya da çokluğundan oluşan sorunlar kendiliğinden yok olacakmış.
İşte soru(n) burada.. Bu iş nasıl olacak?
Bilinen en sağlıklı yolu: İnsanların birbirlerine dokunması. E.. bu da durup dururken olamayacağına göre, bir bahane uydurmak gerekiyor. Bu bahane de evlilik, cinsellik, çocuk büyütme vb. oluyor.. Yani bu faaliyetlerdeki temel bahane; çoğalmak değil: Elektrik alışverişi..
Birbirleriyle anlaşamayan çiftlerin ayrılması, evlilerse bir süre sonra boşanmak durumunda kalması falan, hep bu elektriklenmenin uyumsuzluğundan.. İkisi de aşırı elektrik yüklüyse, ya da ikisi de normalden az elektrik yüklüyse uyumsuzluk ortaya çıkıyor ve sonuç malum..
Tanıdık biriyle ilk karşılaşıldığında tokalaşmak, -samimiyet ileriyse- kucaklaşmak; takım sporlarında sporcuların sayı kazandıklarında aşırı sevinç gösterilerinin, ilk çağlardan beri bir tutku haline gelmiş olan dans figürlerinin çoğu hep bu amaca hizmet edermiş: DOKUNMAK!
Lâkin, "uzağı yakın eden" iletişim teknolojisi, bir başka açıdan bakıldığında "yakını uzak et"mekte, insanların birbirinden daha da uzaklaşmasına yardımcı olmaktadır! İşte teknolojiden yakınma, bu noktada yoğunlaşıyor. İnsanlar giderek birbirinden uzaklaşınca, -birinin-"Omuzuna yaslanıp ağlamak isteği" bile son derece önemli bir kişisel sorun oluyor!
Aslında, bilim insanlarının, görüntülü telefon teknolojisini geliştirip, örneğin 3 boyutlu hale getirdikten sonra bu soruna da çözüm arayacaklarına ve bulup yaygınlaştıracaklarına eminim ama bakalım ne zaman?
"Kötü okuyucu olmak"a yorumumdur..
(İlk yayınlanışı: 3 Temmuz 2011)
Her neyse.. Daha çok var o günlere..
***
Yine aslında, Kuyucak orada 'okuma eylemi'nin nitel yanını vurgulamış, anladığımca.. Bense nicel yanda olta atıyorum.. Belki balık vurur deyu.. :)
Elbette, çoğu zaman olduğu gibi 'nitelik' daha önemli.. Ama 'nicelik'in önemini de görmezden gelmemek gerekir.. Çünkü.. "nicel birikim" sıçramayınca "nitel" oluşmuyor.. Her şeyde bu böyle.. Baba diyalektik "bu kuraldır" demiş.. Boynumuz kıldan ince.. :)
Buradaki nicelik, "yaygın halk çoğunluğu" tabii ki.. Kitaplar ve onlarla ilgili tartışmalar, kısaca "okuma eylemi" ne kadar büyük kitleye yayılırsa o kadar anlamlı olur! Aynı zamanda; teknolojik gelişmeyle oluşan yeni e-medya türü.. e-kitaplar ve e-gazeteler şimdilik henüz bebe sayılsa da, tahtın gelecekteki varisleri onlar.. Yukarıda anlattım..
Son iki ayda iki e-roman bitirdim.. Gerçi birer haftada okunacak romanlar, ama PC'den okununca uzuyor.. PC'de yapılacak bir dolu şey var.. Müzik dinleyebiliyorsun, film izleyebiliyorsun vb. Tablet PC’denilen ağırlıklı olarak e-kitap okumaya özel PC’lerde var. Ama ben henüz kullanmadım onlardan..
E-kitap okumanın avantajlı yanları az değil.. Gerekli olduğunda bulabilmek için önemli yerleri işaretlemek, alıntı yapabilmek daha kolay.. Çok kitabı bir arada saklayabilmek, onlara kolaylıkla ulaşabilmek araştırma yapanlar için bulunmaz nimet.. Üstelik artı bir masrafı olmadan.. Kolaylıkla..
Kitap eleştirmeni değilim ama bu kitapları -becerebilirsem- bloglarımda anlatmak isterim bir gün..
Ne demeli: "sakat" mı, "engelli" mi?
(İlk yayınlanışı: 26 Haziran 2011)
Kimisi;
"Bize sakat demeyin. Biz engelliyiz" der,
Kimisi;
"Kelimelere takılmayın. Adımızı değiştirmekle bir şey değişmiyor ki" der,
Kimisi;
"Off, yine mi açıldı bu konu. Ben kendimi bildim bileli bu konu konuşuluyor. Hâlâ bir sonuca varılamadı" der.
Oysa..
"Sakat"la "Engelli" aynı şey değildir ki!
Bir insan hem sakat, hem engelli olabilir! Ve öyledir de…
Toplumla iletişim/ilişki kurana dek sadece SAKATtır! Onun bu durumu kendisinden ve ailesinden/sevdiklerinden ve tanıdıklarından başka hiç ama hiç kimseyi ilgilendirmez!
Biraz daha ayrıntıya inelim:
Diyelim gözleri görmüyor.. Sabah uyandı.. Televizyonu veya bilgisayarı açtı.. Ama hiçbir şey göremedi! Yani toplumla kuracağı iletişimi, bir duyu organının yetersizliği yüzünden kuramadı! Resmen ENGELlendi!
İşitmiyor.. Sabah uyandı.. Telefon çaldı.. Duymadı.. Yine bir duyu organının yetersizliği yüzünden ENGELlenmiş oldu!
Bir omurilik felçli diyelim.. Tekerlekli Sandalye kullanıyor.. Ama evi/iş yeri 3. katta.. Ve asansör yok! Arkadaşlarının yardımıyla iniyor, çıkıyor.. O evi/iş yerini yapanların düşüncesizliği/duyarsızlığı yüzünden topluma katılamadı; ENGELlendi!
Bunlar gibi yüzlerce, binlerce örnek var.. Bu olayların kahramanları hem SAKAT, hem ENGELLİ..
Yani, toplumla iletişim kurana, onun içinde yerini alana kadar SAKAT, daha sonra hem SAKAT, hem ENGELLİ!
"Engelli" kelimesi, batı dillerindeki karşılığı olan "handicapped"den alınma.. Sakat karşılığı olan başka kelimeler de var.. Yani kibarlık olsun falan diye kullanılıyor değil.. Bir toplumsal ve politik hareketin ürünü.. Bilinçli olarak alınmış. "Sakat" kelimesi bunu tam karşılamıyor! -"Özürlü" kelimesine hiç girmeyeyim. O tam bir garabet örneği çünkü, tam bir 'ucube'!-
Yukarıda örneklerle anlatmaya çalıştım. Benim sakatlığım/hastalığım benden, ailemden, sevdiklerimden, tanıdıklarımdan, aynı sakatlıktan/hastalıktan olanlardan başkasını ilgilendirmez! İlgilendirmemeli!
Ama sakata konulan engel; insanım diyen herkesi ilgilendirir, ilgilendirmeli!
Çünkü,
O da bu dünyaya insan olarak gelmiştir. Ve sakatlığı kendi tercihi değildir! Ve her insan gibi; başkasına yük olmadan yaşayabilmeli, toplumun içerisinde kendine yetebilen, üretebilen bir insan olmalıdır! Toplumdaki duyarsız 'beriki'lerin yarattığı engelleri, aynı toplumun 'ötekileri'yle bir araya gelerek kaldırtmalıdır!
10 Nisan 2012 Salı
Bakmak, görmek ve biz üzerine
(İlk yayınlanışı: 19 Haziran 2011)
- Söyledim... duydu anlamına gelmez
- Duydu... doğru anladı anlamına gelmez
- Anladı... hak verdi anlamına gelmez
- Hak verdi... inandı anlamına gelmez
- İnandı... uyguladı anlamına gelmez
- Uyguladı... sürdürecek anlamına gelmez…
- Buraların yabancısıyım… Parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler...?
Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra:
- Ben de buraya ilk defa geliyorum demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde.
Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş.
Çocuk:
- Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş. Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.
- İyi ama, demiş adam, bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği nerden biliyorsun?
- Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez, diye atılmış çocuk. Üstelik, manolyalar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız.
Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, teşekkür etmek için döndüğünde fark etmiş çocuğun kör olduğunu.
Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış, adamın kendisini fark ettiğini...
Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken:
- Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş, görmeyi o kadar çok özledim ki. Sizinkiler sağlam öyle değil mi?
Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken:
- Artık emin değilim, demiş. Emin olduğum tek şey, senin benden iyi gördüğündür.
- Söyledim... duydu anlamına gelmez
- Duydu... doğru anladı anlamına gelmez
- Anladı... hak verdi anlamına gelmez
- Hak verdi... inandı anlamına gelmez
- İnandı... uyguladı anlamına gelmez
- Uyguladı... sürdürecek anlamına gelmez…
Zulümle savaş
(İlk yayınlanışı: 5 Haziran 2011)
a. Güçlü bir kimsenin yasaya veya vicdana aykırı olarak başkasını uğrattığı kötü durum, kıygı, eziyet, cefa
zalim Ar. ©¥lim
sf. (za:lim) Acımasız ve haksız davranan, zulmeden'
mazlum Ar. ma©l m
sf. 1. Zulüm görmüş, kendisine zulmedilmiş 2. Haksızlığa uğramış. 'olandır.