10 Nisan 2011 Pazar

Yaşamak İçin.. IV.


Bu dizinin 3. Bölümünü şöyle bitirmiştim:

" ...Günümüz tıp bilimi yakın akraba arası evliliklerin ve ensestin, tedavisi olanaksız hastalıklarla gelecek kuşakların sağlıksız/dejenere/yoz kuşak olacağını kanıtlamış. Ama ilkel insan, bunu acı acı yaşayarak da olsa pratikte görmüş. Ve "tabu"lar ile yasaklamış!

Oysa gelişmiş insan, yine acı acı yaşayarak, üstelik kendi yarattığı trafiğin kazalarını ya da nükleer santrallerin deprem ve tsunamiyle oluşan cehennemini önleyemiyor, aciz kalıyor.

Bir yerde bir hata var ama nerede?"

Aslında hatanın yeri belli. Ama düzeltilmesi ya da ortadan kaldırılması çok çok çok zor olduğu için; yüzüğünü karanlık bir samanlıkta kaybettiği halde, aydınlık olan samanlık dışında arayan Nasreddin Hoca gibi başka başka yerlere bakıyoruz. Tabiî bulamıyoruz!

Bildiğimiz gibi, insanın insanla olan çelişkisi, çatışması, mücadelesi ve savaşları aslâ bitmiyor/sona ermiyor. Bir sonraki aşama olan; yalnızca doğa ile çelişme, çatışma ve savaşım aşamasına geçilemiyor.. İşte bu aşamaya bir geçilse, insanoğlu/kızı; tüm enerjisini doğayla yaptığı savaşına harcayacak ve kazanacak; bu tür kazaların, cehennemlerin olmadığı bir evren yaratacak.

Bu çatışma (insan/lar x insan/lar), sosyal SINIFLI TOPLUM çağıyla nitelik değiştirdi. Sömürü çağı başlamıştı artık.. Yaklaşık 6500-7000 yıl öncesinden bu yana yaşıyor tüm dünya. İnsanların doğayla yaptıkları savaşımın yanı sıra kendi aralarında yaptıkları, zaman zaman alabildiğine acımasız, alabildiğine sinsi, alabildiğine kan dökülen savaşlar; bazen Tarihin tekerini hızla döndürürken bazen de olması gerekenden daha yavaş dönmesine neden oluyordu. Ancak, bunun muhasebesi hiç bir zaman yapılamayacaktır!

Neyse.. Marks'ın deyimiyle "Tarihte ne olduysa öyle olması gerektiği, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur" deyip geçelim.

Yine geçen bölümde sözünü ettiğim "düşünce + araç + toplum üçlemesi" bu kez "ÜRETİM + BÖLÜŞÜM (Dağıtım + Değişim) + TÜKETİM" üçlemesi olarak karşımızdadır. Toplum biçimlerinin değişiminde ve gelişiminde bu üçlemenin yarattığı ivmeyi her zaman görürüz. Her birinin gelişimi bir diğerini tetikler. En sonunda toplumun kendisini değiştirir..

Burada önemli olan; her birimin kendi içinde eşit ve diğerleriyle dengeli olarak nicelik kazanmasıdır. Yani.. Örneğin, bir tarlada karasabanla çift sürülürken, yandakinde biçerdöverle ürün kaldırılıyorsa orada bir eşitsizlik ve sorun vardır.. Yine, asgari ücret alan sendikasız işçilerin tavan yaptığı bir ülkede küçük bir azınlık krallar gibi yaşıyorsa bir dengesizlik ve sorun vardır..

Trafik kazalarında ya da nükleer santraller vb.deki sorunlarda da aynı gerçeği görmek için biraz dikkatli bakmak yeterlidir. Gerçi her bir olayı kendi içerisinde, genelleme yapmadan değerlendirmek gerekir ama.. Otoyolda at arabası gitmez! Giderse kaza olur. Bu kadar basit.. Yine süper depremlerin yaşandığı Japonya'da nükleer santral kurmak hangi akla hizmettir?

5 Nisan 2011 Salı

Sanal Dünyam benim..


Yaşı uygun olanlar bilir..


"Ne yeşil ne siyah ne toz pembedir

Mavi dünyam benim ömre bedeldir" diye başlayan güzel bir şarkı var.


Şimdilerde yazılsaydı o şarkının sözleri:


"Hem yeşil hem siyah hem toz pembedir

Sanal dünyam benim ömre bedeldir" diye olabilirdi.


***


Gerçi bir yerlerde "sanal dünya"yı mağara duvarlarına çizilen resimlerden başlatmıştım ama bugün yaygın kullanılan anlamı ile ele alıyorum.


Yıl 1968.. Dünya üzerinde İnternet ve PC henüz yok! Arthur C. Clarke'ın ünlü eseri 2001: A Space Odyssey (2001: Bir Uzay Destanı), Stanley Kubrick tarafından filme alınır.


Kitapta şöyle bir bölüm var:


"… Oturup bir şeyler okumaktan başka yapacak bir şeyi olmamasına rağmen, vaktini değerlendirmek için yapacağı birkaç şey bulmuştu. Resmi raporlar, taslaklar ve tutanaklardan sıkıldığında, büyük dosya kâğıdı boyutundaki haber bloknotunu geminin bilgi devrelerine bağlayıp Dünya'dan son haberlere göz atabilirdi. Dünya'nın en büyük gazetelerini teker teker çağırabilirdi. En önemlilerinin kodlarını ezbere biliyordu, bu yüzden bloknotunun arkasındaki listeye bakmasına gerek yoktu. Gösterim biriminin kısa sureli hafızasını açarak, on sayfayı açık tutabilir, bu sırada başlıklara ve ilgilendiği konulara göz atabilirdi. Her birinin kendine ait iki haneli bir kodu vardı. Bunları tuşladığında posta pulu büyüklüğündeki bir dikdörtgen, tüm ekranı kaplayıncaya dek genişler ve Floyd bunu rahatlıkla okuyabilirdi. Bu işlemi bitirdiğinde, ana sayfaya geri dönebilir ve daha detaylı araştırma için yeni bir konu seçebilirdi.


Floyd bazen haber-bloknotunun ve onun ardındaki müthiş teknolojinin insanoğlunun kusursuz iletişim arayışında attığı son adım olup olmadığını merak ediyordu. Uzay derinliklerinde, saatte binlerce mil hızla Dünya'dan uzaklaşıyordu ama yine de birkaç mili-saniye içinde istediği herhangi bir gazetenin başlığını görebiliyordu…"


Bilim-kurgu böyle bir şey işte.. O zamanlarda düşlenen e-gazetenin çok daha gelişmişi yıllar sonra hayatın vazgeçilmezi olabiliyor.


Elbette "sanal dünya" e-gazeteyle sınırlı değil. Chat, forum, blog, haber grubu ortamları, sosyal-paylaşım siteleri ve akla gelen/gelemeyen her konudaki web siteleri (bazen de hepsinin bir arada olduğu ortamlar) kullananların -şimdilik- iki duyusuna (görme ve işitme) hitap ederek dünyalarını değiştiriyor! :)


Tabii buraların da kendine göre kuralları, yolu/yordamı/yöntemi var. Ama bunlar oturmuş değil. :( Forumda yapılması gereken bir tartışmanın, chat ya da blog ortamında yapılması beklenmemeli. Aynı şekilde sosyal paylaşım sitelerinde iki kişiden başkasını ilgilendirmeyecek konuların Duvarlara yazılmaması gerekir, gibi.


Ama bu dünyanın henüz bir okulu olmadığı için, çoğu hataları hoş görmek durumunda olmak gibi bir durum var. Ayrıca herkesin benzer hataları yapabileceğini düşünürsek, karşıdakinden de aynı hoş görüyü beklememiz gerekir. Burada kullanıcı bilgisi, yaşı (hem reel, hem sanal) vb. şeyler giriyor devreye.. Karışık işler yani.. :D