27 Şubat 2011 Pazar

"İşaret Parmağım" Üzerine

"Hayat ve Bilinç Üzerine" adlı blogumda demiştim ya..


"...

Okumayı, yazmayı, doğru düşünüp davranmayı öğretelim diye "eğitim-öğretim/okul, vb." kurumlar icat etmişler..


Bu kurumlar; sadece bunları öğretmekle kalmamış, hayatı kolaylaştırmak için "teknoloji" denilen bilim dalının da gelişmesine neden olmuşlar..


Bu bilim dalı geliştikçe insanların boş zamanları artmış.. Yaşamlarını renklendirmek ihtiyacını hissetmişler.. Sanat, spor vb.. sektörleri uydurup geliştirmişler.. İşte, ancak ondan sonra hayat, resimdeki gibi renkli bir HAYAT olmuş!

..."


İşte buradaki "uydurma" hiç de öyle basite alınacak bir şey değil!


Her şeyden önce kolay değil. "Sanat" taaa mağara çağında duvarlara çizilen resimle başlamış. Sonra "yazı" bulunmuş. İnsanlar duygularını yazı ile ifade etmeyi başarmışlar.. "Edebiyat" demişler buna. 7 sanat dalının içinde yerini almış hemen.. Bunun çeşitli kolları varmış. Şiir, roman, öykü falan..


İşte "İşaret Parmağım" bunlardan biri..


Ama bir özelliği daha var..


Yine o blogumda sözünü ettiğim, "teknoloji"nin en gelişmişiyle yazılmış..


Yazılış öyküsünü Sevgili Oya Tekin, blogunda anlatmış..


İşte bu iki güçlü sektörün bütünleşmesiyle doğmuş bu öykü kitabı. Ve sonuna dek hak ederek almış ödülünü.


Bu başarı Sevgili Dr. Alper Kaya'ya ait. Geçenlerde de 17. Altın Koza'da bir ödül almıştı. Ödüllere doymuyor. ;) Selam olsun, dostum.. Eline sağlık..

Miras

Hiç kimse ama hiç kimse hayata sıfırdan başlamıyor..


Bu denli kesin yargımın nedeni; atadan, babadan kalma tarla, ev vb. 'maddi miras' değil..

Genetik sakatlıklar/hastalıklardan, doğum sırasında ya da bebekliğinde oluşan kazalardan, vb. dolayı bazıları için "yarışa eksiden başlıyor" desek de, konumuz bu da değil şimdi..


Milyonlarca yıldır insanın kendi atalarının kazandığı ve kaybettiği tüm duygular, düşünceler, inanç vb. genetik olarak kodlanmış.. Daha sonra hayatta karşılaşılan olaylar o kodlara yeni biçimler vermiş..


İnsan, büyürken aldığı eğitim, okuduğu kitaplar, izlediği filmler, tiyatro oyunları vb. yardımıyla -deyim yerindeyse- 'düşünsel genetik mutasyon'la nitel değişime uğruyor. Gelişen beyinsel faaliyetleri /de genlerine işleniyor ve bir sonraki kuşağın genlerine aktarılıyor.. Böylece devam ediyor..


"Kana çekim" diye bir şey var Anadolu'da.. Genetik mirası böyle açıklamışlar.. Mizaç (=huy, yaradılış, tabiat, karakter) diyoruz.. "İnatçılığı babasına çekmiş.." ya da "sakinliği aynı annesi gibi.. Hık demiş burnundan düşmüş" deniyor.. "Zekâsı dedesi gibi.. O da böyle leb demeden leblebiyi anlardı" vb., vb.


Ama hiçbir insan, bir diğeri ile (kendinden öncekiler dâhil) tıpatıp, tek fabrikadan çıkmış aynı marka, aynı model arabalar gibi benzer değil! Neden herkesin farklı olduğunun, insanları sınıflandırmanın, ortak hareket ettirmenin neden çok çok zor olduğunun yanıtı hiçbir zaman matematik kesinlikle verilemeyecektir. Tek hücreli canlılar değiliz ki! Bölünerek çoğalmıyoruz..


Tamam, "insan çevre yaratığıdır!" demiştim ama -yine deyim yerindeyse- bir yatay, bir de dikey çevre var! "Yatay" olanı günümüzde yaşayanlar, "dikey" olanı da "bizden önce geçenler!"


İnsana ait tüm özellikler: Dikey çevreden genler tarafından taşınıyor! Yatay çevrenin elemanları tarafından da ya geliştiriliyor, ya da köreltiliyor. Bir sonraki kuşağa yine genler tarafından aktarılıyor!


Bu gelişim ve köreltişim çok önemli! Bir önceki kuşaktan alınanlar; eğitim-öğretim yoluyla tekrarlandığında unutulmamış, artı yeni şeyler katıldığında geliştirmiş oluyor.. Tersi de doğru bu teorinin. Bir önceki kuşaktan alınanlar beslenmezse ve unutulursa köreltilmiş oluyor. Ve -bazı özel durumlar dışında- zamanla ömrünü dolduruyor. Bir kaç kuşak sonra aktarım duruyor.


Ve bunun bile olumlusu-olumsuzu var. "''Aile Dizimi'' adlı terapi yöntemine göre, önceki kuşakların işlediği ve sorumluluğu alınmamış kötü fiiller, çocuklar veya torunların hayatlarında olumsuzluklara yol açıyor."


Ne diyelim.. Kimsenin peşini bırakmayacak 'kötü genetik miras'ı olmasın!

20 Şubat 2011 Pazar

Sivil Toplum Üzerine III.

İlk iki yazıda 'sivil toplum' kavramı üzerinde durmuş, resmî toplumla tarihsel açıdan karşılaştırmasını yapmaya çalışmıştım. Bu yazı; sivil toplumun örgütlülüğü üzerine olsun.


Örgütlülüğün önemini gerekirse tekrar tekrar vurgularız vurgulamasına ama.. Burada, daha önce sözünü ettiğim kavramların nicel karşılaştırmasına değinelim. Aslında bunu yaparken de istatistiksel verilerden yararlanmak gerekir. Ancak, istatistiğin "doğru rakamlarla yalan söyleme sanatı" olduğuna, bunu da beceremeyeceğime inandığım için o alana gerekmedikçe girmemeye çalışacağım.


e-devlet, STK'ları 4 ana başlıkta almış:


Vakıflar


Vakıf statüsünde kurulmuş sivil toplum kuruluşları.


Dernekler


Dernek statüsünde kurulmuş sivil toplum kuruluşları.


Sendikalar


İşçi Sendikalar, İşveren Sendikaları, İşçi Federasyonları, İşveren Federasyonları, TÜRK-İŞ, DİSK, TİSK, HAK-İŞ, KAMU-SEN, KESK...


Meslek Kuruluşları


Meslek Kuruluşları, Odalar, Birlikler, Mühendis Odaları, TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, TOBB Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği..."


(Kooperatifleri niye unutmuşlar, anlayamadım??)


Bu STK'lar içinde; kanka olanlar olduğu gibi yıldızları hayatta barışmayacak olanlar da var, birbirlerini ele geçirseler bir kaşık suda boğarlar.. Üstelik toplu halde bile, sayıca o kadar cılız ve dağınıklar ki.. Ol görüp de "biz bir gücüz" diyemiyorlar! Önceki blogumda değindiğim geleneksizlik de işin içine katılınca, neden güçsüz oldukları netçe ortaya çıkıyor. Bu iki gücün 'orantısız' olduğunu da hesaba katarsak zaman zaman gündeme gelen "orantısız güç kullanımı"nı da açıklayıveririz. (Tabii bu, bu kadar basit değil. Ama konuyu dağıtmamak için şimdilik oraya da girmiyorum.)


Genel olarak, gelenekler + örgütlülük ve bunlardan doğan kuralları (=yasaları) yapabilme gücü resmî toplumun (=devletin) elinde.. Ekonomi, bilim, kültür-sanat ve spor da ST'nin elinde..

Burada yapılması gereken, bunların kaba çatışmasını değil, bir arada yaşayabilme sanatını başarabilmeleri... "Toplumsal ve bireysel gelişim" ancak böyle sağlanır çünkü..


Ancak, sözü geçen bir "güç" olabilmek için; "örgütlülük resmî toplumun elinde, bir şey yapamayız" değil, tam tersine diri ve sağlam duruşlu bir sivil toplum örgütlülüğünün gereğini bilince çıkarıp ona göre davranmak şarttır!


Bir de tek başına "güç" olunmaz! Hi-men, kılıcını kaldırıp "Güç bende artıııııkk" diye bağırır ama o bir çizgi film kahramanıdır sadece.. Süpermen gibi, Örümcek adam gibi vb.. Tarihte de yaratılmış böyle kahramanlar.. Don Kişot'ta tiiye alınmış.. Olmaz çünkü.. Gerçek hayatta yoktur böyleleri..

13 Şubat 2011 Pazar

Sivil Toplum Üzerine II.

Resmî Toplum Gücünü Nereden Alır?
 
Geleneklerden ve alabildiğine örgütlü oluşundan. Yani Tarih kadar eski (Sümerlerde kurulmuş ilk devlet) ve devasa bir örgütlü otorite oluşu onun sarsılmazlığını sağlar. Yasama, yürütme ve yargı yetkilerini elinde bulundurması bu gücün uygulamadaki yansımalarıdır. Bunlar aracılığı ile gücünü hissettirir Sivil Topluma.
 
Doğaldır ki, ülkeye giren ve ülkeden çıkan para trafiğini yönlendirmenin de önemi büyüktür! Bu yüzden de toplumun egemenleri hep sözlerinin geçmesini isterler devlet örgütünde ve geçer de.. Arada sırada roller değişse de, ST’nin büyük çoğunluğunun temsilcilerinin sözleri dinleniyormuş görünse de, film yine aynen devam eder.. Hep 'esas oğlan' kazanır.. Esas kızı takar koluna gider.. Figüranlar ve seyirciler bakar sadece arkalarından..
 
Diğerine oranla sayıca çok çok fazla olduğu halde, ST'nin büyük çoğunluğunun güçsüzlüğü ve hep kaybeden taraf oluşu da, geleneksizliği ve örgütsüzlüğünden ileri gelir..
 
Elbette 'Sivil Toplum' devletten önce de vardı. Fakat çağdaş anlamda konuşulmaya başlanması ortaçağdan sonraya denk gelir.
 
Civilization(sivilızeyşın)=medeniyet =uygarlık. Üçü de farklı dillerden ama anlamları ve kökenleri aynı sözcükler.. 'Yerleşik toplum' kaynaklı üçü de.. Yani 'sivil' kavramı göçebe hayatı bittikten sonra, tarım ve ticaretin gelişmesiyle birlikte kentlerde oturan insanların oluşumu. Fakat sonraki bin yıllar boyunca hep göçebe ya da yerleşik resmî toplum/asker egemen olmuş, 'sivil'ler hep figüran olmuşlar.. Ortaçağın bitiminden sonra burjuvaların güçlenmesiyle yeniden ve çağdaş anlamıyla ST konuşulmaya başlanmış..
 
Yani 500 yıllık bir geçmişi var çağdaş sivil toplumun.. Özellikle de batı toplumlarında gelişme olanağı bulmuş ve bugünkü düzeyine ulaşmış.. ST, "Toplumsal Altüstlükler" dediğimiz, diyebileceğimiz; geniş kitleleri yakından ilgilendiren hareketlerin hem yaratıcısı, hem etkileyen ve etkileneni olmuş. Ama, yukarıda da dediğim gibi, gelenekler açısından, devlet karşılaştırınca açık farkla kaybediyor ST. Birinin 6500-7000 yıllık geçmişi var. Diğerinin 500 yıllık.. Gerçi bu tek başına belirleyici olmuyor. Örgütlülük de aynı derecede, hatta daha fazla önemli! ST bu açıdan da kaybediyor.. Ya darmadağınık, ya da çok cılız..
 
Önceki bloglarımın birinde "... Reform, Rönesans döneminden tutun, Aydınlanma Hareketi ve Sosyal Devrimleri ile birçok çalkantı yaşamış, ..." demiştim.. Bunların tümü ST'nin geleneğidir ve önemli deneyimlerin kazanıldığı olaylardır.. Ama o deneyimler öyle bir şeydir ki "anlatılmaz, yaşanır.." Elbette Tarihsel olaylardan çıkan dersler; çok yönlü olarak yazılmalı, okunmalı, anlatılmalı ama yaşanmalı da..
 
Tabii, "zaman makinesi henüz yapılmadı.. 'Tarih' nasıl yaşanacak?" sorusu çıkar karşımıza.. Onun eksikliğini de yine büyük ölçüde ST'nin el attığı, kültür-sanat, iletişim ve bilişim (sinema, tiyatro, kitap (ille de kitap :)), TV, internet, vb.) sektörleri aracılığı ile gidermeye çalışmak gerekir.

6 Şubat 2011 Pazar

Sivil Toplum Üzerine I.

İnsanların kişisel sınıflandırmalarını yaparken etiket, şapka ya da kimlik kullanılır.. Herkeste bunlardan birkaç tane var! Şöyle ki: Cinsiyet, yaş, din, ırk, milliyet, ideoloji, eğitim ve meslek grupları bu etiketlerin ana bölümleri. Bir de bunların bazılarının ikincil hatta üçüncül parçaları var. Örneğin, işçidir.. "Falan fabrikada, filanca iş kolunda çalışır" denildiğinde onu daha ayrıntılı tanırız. Patrondur.. "Falan Holding'de yöneticidir.. Şu okulun şu bölümünü bitirmiştir..." dediğimizde yine etiket/lerini ya da şapka/larını takıveririz..


Çağdaş Dünyada ülke/ler çapında, Sivil ve Resmî Toplumları oluşturanlar arasındaki ortak ve en büyük olay, seçim sandığında oy kullanılabilinmesi durumudur. Yani ister işçi ya da patron, ister devlet memuru, ister subay vb. olsun 18 yaşını bitiren herkes, kullanabildiği tek oyun karşılığında Sivil Toplum üyeliğini hak eder! Seçim sandığı başında tek, eşit ve sivildir her biri. Hiç kimsenin üniforması, etiketi ya da herhangi bir özelliğinden dolayı aldığı bir güç yoktur. Kadın-erkek eşitliği bile -kâğıt üzerinde dahi olsa- sağlanmıştır!


Ancak, bu bir gün sürer! Seçimden sonra evli evine döner, köylü köyüne..


Ve asıl ST üyeliği bundan sonra başlar.. Daha doğrusu; daha önce başlamıştır da, bir günlük ara vermiştir. Yukarıda değindiğim etiketler, şapkalar, unvanlar vb. hemen ertesi gün yerlerini alır yine.. Sivil toplum-resmî toplum ayrımı başlamıştır.. Ama bu ayırım yapay bir ayrımdır.. Aynı yerde, aynı çağda yaşayan insanların birbirlerini ötekileştirmeleri, düşman ilan etmeleri kadar anlamsız bir şey olamaz! Ama oluyor.. Bunun sorgulamasını başka bloglara bırakalım şimdilik..


Sivil Toplum (ST)ve Resmî Toplum (RT) neden önemlidir?


Çünkü ST; ekonomiyle uğraşır, insanların karnını doyurup ayağa kalkmasını sağlar.


Çünkü ST; bilimle uğraşır, evrenin değişim ve gelişiminin sırlarını çözmeye çalışır, bunların "insanlara yararlı hale gelmesi nasıl olur?" sorusuna yanıt arar..


Çünkü ST; sanat ve sporla uğraşır. Hayatın renklenmesini sağlar.. Geçen blogumda yazdığım "ancak ondan sonra hayat, resimdeki gibi renkli bir HAYAT olmuş!" sözünün gereklerini yerine getirir!


Resmî Toplum (=Devlet) ise; bütün bunların organizasyonunu yapar, bu çabalarının ve sivil toplumun iç-dış güvenliğini sağlar.. Bunu da kimsenin kara kaşı, kara gözü için yapmaz elbette.. Karşılığını ister.. Bu "karşılık" ise öyle önemlidir ki.. Tüm dünyada bin yıllardır bunun kavgası verilir.. Yurdum topraklarında 1000 yıldır bir söz üretilmiştir: "Ya devlet başa, ya kuzgun leşe" diye. Devletin başına geçmezsen kuzguna yem olursun. O derece yani..


Ve bu iki toplum; hem kendi içlerinde, hem birbirleriyle bin yıllardır didişip dururlar bu çok çok önemli "karşılık"ı ele geçirmek için, elde tutmak için.. Bu işlemin adına da "politika (=siyaset)" derler..


Ve burada, olabildiğince açık ve net tanımlar getirmeye çalıştığım halde; gerçek hayatta öylesine birbirine girmişler ki, kimin ne olduğunu, kimin kimden yana olduğunu, kime karşı olduğunu anlamak hayli zordur! Başta da dediğim gibi, herkesin birden çok etiketinin, birden çok şapkasının olmasıdır, bunun nedeni..