15 Mayıs 2011 Pazar

Birey-Ben-Biz-Onlar

Şu "birey" sözcüğüne bir türlü ısınamadım. Bunun nedenlerinden ikisi; birden çok anlamının bulunuşu ve herkesin kafasına göre istediği anlamda kullanıyor olması gerek sanırım.

"Kişi" sözcüğünü ya da "kendin olmak" deyimini tercih ederim. Hani bir şarkının sözlerinde geçer ya:

"başkası olma kendin ol
böyle çok daha güzelsin"

Buradaki bütün soru/n: "kendin olma" nasıl becerilecek?

Bunun yanıtı hem çok basit, hem çok zor!

Yaptığın bütün işlere kendinden bir şeyler katılacak! Bunun için de, her şeyden önce kendinde bir şeyler olacak! Yani başkalarından özentiyle ya da emaneten alınan düşünceler yerine; kendi çabanla ürettiğin, kendine özgü düşüncelerin olacak! (Elbette bu; "başkalarının düşüncelerinden yararlanılmayacak" anlamında değil, tam tersine onların düşüncelerini kendi beyninde sentezleştirip kendine ait ve başkalarıyla paylaşabileceğin, başkalarına karşı savunabileceğin yeni bir 'düşünce'nin ortaya çıkmasıdır.)

* * *

"İnsan, sosyal hayvandır", deriz.. Robenson Crusoe bile bir süre sonra bir arkadaş buluyor yanına. Kaldı ki, öncesinde hayatta kalabilmek için, yaptığı barınaktan tut, ürettiği yiyecek maddelerine kadar her bişeyi yaşadığı toplumdan (yani -genel anlamda- BİZden) öğrendiği TEKNİKle yapmıştır. Ama bu net çizgilerle ayrışmış değildir.. Hatta bazen çok çok bulanıktır..

Kimi zaman, ONLAR* (berikiler, otorite, oligarşi, egemen sınıf vb.) kendi işine yarayacak elamanları; kurduğu okullarda resmi ideolojisini vererek ÖĞRETerek yetiştirmeye çalışır, BİZin ise bir OKULu yoktur! O yüzden okul dışındaki eğitim ve öğretim araçlarını (medyayı, kitapları; STKuruluşları'nın seminer, konferans gibi etkinliklerini; sanal dünyanın forumlarını, haber gruplarını, bloglarını vb.) kullanarak, ÖĞRETİM işlevini yerine getirmeye çalışır. 1'eyi BİREYleştirir.

* * *

biz: örgütsüz + bilinçsiz elemanlar topluluğu.

BİZ: örgütlü + bilinçli BİREYler..

ben: yukarıdaki "biz"i oluşturan elemanlar..

BEN: BİZ'ce BİREYleştirilecek insanlar!

Burada 5 ayrı kavram var. Ama; hepsi aynı çağda, aynı dünyada yaşıyor! (biz ve ben, birkaç çağda birden yaşamıştır, yaşamaktadır.. Çağdaş anlamda BİZ ise henüz yeterince yoktur! Sadece "BİZİMSİ"ler oluşmuştur.. Dolayısıyla çağdaş anlamda BEN de yeterince yoktur.)

Not: * Buradaki ONLAR ile iki hafta önceki "Onlar ki" blogumda sözünü ettiğim onlar'la karıştırılmaması gerektiğini, taban tabana zıt kavramlar olduğunu ayrıca belirtmeme gerek yok, sanırım.

Not not: Yanlış anlaşılmaya.. Ben de kendimi çağdaş anlamda birey veya BEN olarak görmem.. Her şeyden önce her hangi bir Sivil Toplum ya da Demokratik Kitle Örgütü üyesi değilim.. Öylesine yaşayıp gidiyorum işte..:)

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Şişko Lorenz Eğrisi

Ekşi sözlüğü severim. Zaman zaman aşırıya kaçan argo kullansalar da, anlatılması çok çok zor olan konuları tereyağdan kıl çekercesine basitçe anlatır oranın elemanları..


Lorenz eğrisini şöyle anlatıyorlar: (http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=14982164) "1905 yılında max otto lorenz tarafından geliştirilen eğrinin, amacı milli gelirin ülke nüfusu içinde bölüşümünü açıklamaktır. grafiğin dikey ekseninde, milli gelirin toplamı 5 eşit noktaya ayrılmıştır, her nokta milli gelirin 5'te birini yani %20'sini temsil eder. yatay eksende ise toplam nüfusun %20'lik paylara bölünmüş hali bulunmaktadır. grafiğin 0 noktasından 45 derece açı ile "tam eşitlik doğrusu" geçer. bizim lorenz eğrimiz bu tam eşitlik doğrusundan ne kadar uzağa yayılıyor ise, gelir dağılımımızdaki eşitsizlik o kadar çoktur. eğri tam eşitlik doğrusuna yaklaştıkça adaletli gelir dağılımına yaklaşılıyor demektir."


Yani "Bu eğri, yatay eksene doğru ne kadar dobişkoysa :p (dikey eksene doğru olamaz zaten!) gelir dağılımı o kadar bozuk demektir" sonucunu çıkartabiliriz buradan.


Yurdum eğrisini çizmeye gücüm yetmez! İlkin güncel ve doğru rakamlar gerekir. İkincisi çok çarpıcı bir grafiğin ortaya çıkması korkutur beni.. Ama epeyce şişman olduğu açık.. Zaten bunu kâğıt üzerinde görmek değil, pratikte hissetmek gerekir. Hisseden hissediyor da..


İşte bu adaletsizliği kısmen de olsa düzeltmek için; "Toplumdaki diğer kişiler ile eşit koşullarda yaşamadığı düşünülen belli gruplara çeşitli ayrıcalıklar (=Herhangi bir konuda, bir kişiye ya da kişilere belirli koşullarla tanınan haklar anlamında) tanıyarak onları destekleme" adı verilen pozitif ayrımcılık veya pozitif haklar denilen uygulamalar yapılır.


Burada çooook ince ayrımlar var. Çünkü; "hak" ile "destek" kimi durumlarda birbiriyle iflah olamaz biçimde çelişir. Aynı yerde olamazlar! Birincisine "hak verilmez, alınır" denilir ötekisi sadece verilir (ya da sağlanır)!


Bir diğer ayrım; yukarıda anlatmaya çalıştığım lorenz eğrisi grafiğine çoğu durumda girmez bu "pozitif hak"lar. O nedenle, grafikle gerçek hayat çelişiyor görülür. "Gelir dağılımının bu kadar bozuk olduğu bir ülkede isyanlar patlaması gerekiyorken yaprak kımıldamıyor. Nası oluyor bu iş?" diye şaşılarak bakılır çevreye..


"eşit koşullarda yaşamadığı düşünülen belli gruplar"a "destek" uzun zamandır verilir yurdumda. Kimi ürünlerde çiftçiden yapılan destekleme alımlarından tutun, belediye otobüslerinde kullanılan indirimli karta kadar çok çeşitli alanlarda uygulanır. Ustalık; bu desteği hissettirmeden, diğerlerinin yanında rencide etmeden, başına kakmadan, politik hesaplar yapmadan vermektedir.. Bunu da yapsa yapsa "sosyal devlet" yapar.. (O da başka bir blogun konusu olsun..)


Güzel yurdumda 50 yıldır, ülke yönetiminde söz sahibi olanlar; bu durumu çok iyi tahlil edip, kartları çok iyi oynayanlardır. Muhalefetin ise karşısına daha güçlü seçenekler bulmaktan başka şansı yoktur! Bulduğu zaman yer değişirler. Hep öyle olmuştur çünkü.

6 Mayıs 2011 Cuma

Selam Olsun..

Can Baba "aşk olsun sana çocuk" diyordu..

En uzun koşuysa elbet Türkiye'de de Devrim,
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi...

Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!

Sevim Tüblek de ÖZGÜRLÜK DÜŞLERİ'ni anlatıyor:

dağların zirvesine tırmanıyor denizler
güneşi tutacaklar nice aydınlık yüzler
çıkarın kafeslerden özgürlük düşlerini
umudun yelesinde dalgalansın DENİZLER

yıldızlar aleminin çilekeş yolcuları
sıyırın ufuklardan sıyırın geceleri
çölde çiçek açacak güne bakan filizler
umudun yelesinde dalgalansın DENİZLER

kışta bahar olur mu olunca görecekler
ak kar tanelerinden kızıl şal örecekler
kör olsun haksızlığa kayıtsız kalan gözler
umudun yelesinde dalgalansın DENİZLER


Selam olsun 5'ine de…

5 Mayıs 2011 Perşembe

Onlar ki..

Nazım Hikmet, Kuvâyi Milliye Destanına "Onlar ki" diye başlar..


"Onlar ki toprakta karınca,

suda balık,

havada kuş kadar

çokturlar;"


Bir bölüm sonra, destanın içeriğini anlatır..


"...

ve merasimsiz ağlayan

ve ana avrat küfreden ki onlardır,

destanımızda yalnız onların maceraları vardır.

..."


Şiirin en can alıcı dizeleri daha sonra gelir;


"...

Demir,

kömür

ve şeker

ve kırmızı bakır

ve mensucat

ve sevda ve zulüm ve hayat

ve bilcümle sanayi kollarının

ve gökyüzü

ve sahra

ve mavi okyanus

ve kederli nehir yollarının,

sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı

bir sabah vakti değişmiş olur,

bir şafak vakti karanlığın kenarından

onlar ağır ellerini toprağa basıp

doğruldukları zaman.

..."


Ve şiiri bitirir:


"...

Çok sözler edildi onlara dair

ve onlar için:

zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,

denildi."


Görüldüğü üzere buradaki "onlar"; işçilerdir, emekçilerdir.. Ve bugün ONLARIN BAYRAMIdır.

Kutlu olsun!


Şiirin tamamı: http://www.nazimhikmet.info/nazim.hikmet.asp?id=78


Bu şiiri Ruhi Su'dan dinlemek de ayrı bir keyiftir: http://www.youtube.com/watch?v=hPZlEWAKc5Y


1.5.2011

Bloglasak da mı Saklasak?..

"İngilizcedeki "web" ve "log" kelimelerinin birleşmesinden oluşan weblog kavramının zamanla yaygınlaşmış adıdır." diyor vikipedi, BLOG için.


"Webgünlüğü" de deniliyor.


Okuma-yazma eylemi ve zamanı planlı kullanma ile arası pek hoş olmayan yurdum insanının "günlük tutmak" gibi bir alışkanlığı olmaması normal! (kendimden biliyorum).. Ama başına "web" ekleyince nedense çok kişiye sevimli geldi.. Normal günlükte olmayan şeyler oluyor burada. Düşüncelerini yüzlerce kişiye aktarıyor olmak, onlarla duygudaşlık yapmak vb. blogcuları heyecanlandırıyor.


Ancak, milyonlarla ifade edilen ilgili olduğundan, ne biliim, görece yeni oluşundan falan henüz oturmuş değil kuralları. Tartışılan çok yanı var.. Örneğin, MB'de farenin sağ tuşunu kullanamıyorsun, blogunun yayımlanabilmesi için editörlerden OK almak durumundasın, kategorilerle belirlemek zorundasın vb. Bunların hem olumlu, hem olumsuz yanları var.

Herkesin gönlünü hoş tutmak kolay değil! Hele yüzler, binler söz konusuysa imkânsız!


**


Mart başında yayımladığım "Blog Üzerine Blog"da "... Eski yazıları ve/veya yazılarımı biraz uğraşarak da olsa bir "search"la bulabilmek olanaklı. Güzel bişey bu! "Blog"lar da aramayı çabuklaştırmak açısından yardımcı olabilir. Konu hakkındaki bilgi/leri bloglarda tutmak ve gerektiğinde anımsamak daha kolay.." demiştim.. Henüz bu amaç üzerine bir blog yapabilmiş değilim ama tarayıcıların "Sık Kullanılanlar (My favorites)" çubuğu ve PC'mdeki ilgili programlar şimdilik işimi görüyor.


PC'lerde yapılacak bir şeyin pek çok yöntemi oluyor. Bu da o yöntemlerden birisi olabilir. Yazılar dışında resimler, sevdiğimiz müzik ya da video dosyaları, vb. ya da bunların linkleri yer alabilir.


Zaten facebook benzeri sosyal paylaşım siteleri bu sistemle çalışıyor. Bir alternatif..


**


Başlık ile ilgisizmiş gibi görünse de, yineleme gereği duyduğum bir konu da; benim bildiğim, sanal dünyada (aslında reelinde de) her durumun "yeri" ayrı.. Kısaca, -ağırlıklı olarak- blog da yorum, forum da tartışma, chat ortamında sohbet, vb. yapılır. Blog sitesinde polemik yapmayı, -söz gelimi- ayakkabı saklama kutusuna turşu kurmaya ya da eczanede ekmek satmaya benzetiyorum. Üçü de olmaması gereken şey!


"Taş yerinde ağırdır." denir.. Öyledir de..


Hepimize iyi saklamış/saklanmış bloglar dilerim..


24.4.2011

Ön ve Bön Yargı

Otobüs yolculuklarında, öğrenci yurtlarında ve benzeri yerlerde koyu bir muhabbetin anahtar kelimesi: "Nerelisin hemşerim?"dir! Muhabbetin ortalarına doğru elemanların akraba çıkma olasılığı bile vardır. :D Aradan zaman geçtikten sonra çok şey yerli yerine oturur; ilk başlarda olan önyargılar kırılır ya da tam tersi ilk başlarda az olan önyargılar yerleşir iyice.


Bu "Nerelisin hemşerim?" sorusunda gizil bir BÖNYARGI da vardır: "Falan yerden adam çıkmaz" bönyargısıdır bu.. Veya "Bana arkadaşını söyle; sana kim olduğunu söyleyeyim" gibi filozofumtrak tavırlar takınmamıza yardımcı olur.. Doğruluk payı da yok değildir ama bu tür genellemeler çok çok çok bilgi ve dikkat gerektirir.


O "çok çok çok bilgi" -karşılıklı olarak- olursa, olumsuz önyargılar/bönyargılar kendiliğinden kalkar zaten..


***


Önyargının tanımını; "Bireyde başka bireylere, toplumsal kümelere karşı sevgi ya da düşmanlık duygusu uyanmasına yol açan, koşullanmış bir duygusal tutumu yansıtan yalınkat inanç, kanı, genelleme." diye yapıyor TDK..


Einstein da, önyargıya ilişkin "İnsanların ön yargılarını parçalamak, bir atomu parçalamaktan daha zordur." demiş.


Yukarıda sözünü ettiğim, "karşılıklı ve eşit, çok çok çok bilgi" bunun tek ilacıdır ama onu elde etmenin ve kullanmanın yanında atomun parçalanması çocuk oyuncağı kalıyor.


Önceki bloglarımda, özellikle "Ayrımcılık Üzerine" ve "Beriki(ler) - Öteki(ler)"de yukarıdaki tanımda sözü geçen "birey, başka bireyler ve toplumsal kümeler"in epeyce üzerinde durmuş, belirginleştirmeye çalışmıştım. Burada benzer cümleler kurmak istemiyorum.


Yine tekrarlayayım: Bilgi, karşılıklı ve eşit, yani "dengede" olmalıdır. Bilgide/bilimde denge yoksa (b)önyargı her zaman vardır! Ve bir kez varsa kimde olduğu da o kadar önemli değildir!


Sanırım güncele uyarlanmış bir fıkrayla bitireyim:


Adamın biri New York Central Park'ta yürüyüş yaparken, aniden bir köpeğin küçük bir kıza saldırdığını görür. Koşar ve köpekle boğuşmaya başlar. Hayli uzun bir boğuşmadan sonra, üzeri yara bere içinde kalır ama köpeği öldürür. Bu arada küçük kızın da hayatını kurtarmıştır. Son anda bu sahneyi gören polis nefes nefese olay yerine koşar ve adamın yanına gelir. Sarılıp teşekkür ettikten sonra der ki:


- Sen bir kahramansın! Yarın bütün gazeteler seni yazacaklar. Ve göreceksin başlık da şöyle olacak:


"New Yorklu cesur bir genç, küçük kızın hayatını kurtardı!"


- Ama ben New York'lu değilim ki!


- Fark etmez. Bu durumda o zaman gazeteler şunu yazacaklar:


"Cesur bir Amerikalı, küçük kızın hayatını kurtardı!."


- Ama ben Amerikalı da değilim.


- Yine fark etmez. O zaman da gazeteler şöyle yazarlar:


"İnsanlık ölmedi. Bir genç, küçük kızın hayatını kurtardı!"


- Peki, sen nerelisin?


- Ben Iraklıyım!


Polis kızı hastaneye götürür. Adam ertesi gün gazeteleri aldığında şöyle bir haberle karşılaşır:


"Radikal bir İslamcı, masum Amerikan köpeğini öldürdü…"


17.4.2011