(İlk yayınlanışı: 5 Haziran 2011)
Ünlü yazar John Steinbeck, 'Gazap Üzümleri'nin
başlarında "bankaya kredi borcunuz dolayısıyla tarlana el koyuyoruz,
evini de yıkacağım." demeye gelen görevliyle ortakçının sohbetini
anlatır. Ortakçıya (esasoğlanın babasına); "nerede o banka, vuracağım
onu" gibisinden bir çıkış yaptırır. Zulümle ve zalimlerle savaşın
değişik biçimleri anlatılır kitabın bütününde.
TDK Sözlüğüne göre:
zulüm, -lmü Ar. ©ulm
a. Güçlü bir kimsenin yasaya veya vicdana aykırı olarak başkasını uğrattığı
kötü durum, kıygı, eziyet, cefa
zalim Ar. ©¥lim
sf. (za:lim) Acımasız ve haksız davranan, zulmeden'
mazlum Ar. ma©l m
sf. 1. Zulüm görmüş, kendisine zulmedilmiş 2. Haksızlığa uğramış. 'olandır.
Arapça kökenli sözcükler. Zalim için "ezen", mazlum
için "ezilen" sözcükleri önerilmiş. Tutar gibi olmuş, ama zulüm için
"kıygı" tutmamış.
***
Zalim ve mazlum somuttur, zulüm soyut!
Başka deyişle, zalim ve mazlum elle tutulup gözle görülür, diğeri sadece
hissedilir. Tabii mazlum tarafından acı acı..
"Yasaya aykırı .. olarak" denilir tanımda ama
kimi durumlarda zulmü "kitabına uydurmak" o kadar zor değildir
egemenlerce.
Ve hemen "şiddet, kan, gözyaşı" gelir
akla ama çok daha sinsi, çok daha karmaşıktır zulüm ve yöntemleri..
Başlangıcı 7000 yıl öncesine; toplumun sınıflara
bölünmesine, insansın insana egemenliğine, 'kulun kula kulluğuna' dayanır.
İnsanların 'güçlü-güçsüz' diye ayrışmaları o zamanlardan başla.. Ve o
zamanlardan beri zulümle yapılması gereken savaş, 'zalimlerle'
yapılageldiğinden; zalim yenilse bile 'zulüm' varlığını sürdürmüş, bir şekilde
yine egemen olmuştur hayata. Bunun nedenlerinden birisi de; zulümden şikâyet
ederek zalimi yenmiş ve yönetime gelmiş olan mazlumların bir süre sonra
zalimleşmesi olmuştur.
"İnsanlararası sınıf temelli savaşların tümü; aynı
zamanda 'zalimler'le 'mazlumlar'ın savaşıdır" da diyebiliriz.. Bunlarda
yer bellidir, zaman bellidir, silahlar bellidir, kurallar -bir PC oyunu gibi
olmasa da- bellidir. Kıyasıya savaş olur aralarında. Oysa mazlumların 'zulüm'le
yapmaları gereken savaşta bunların (yerin, zamanın ve kuralların) çoğu belirli
değildir. Soyut düşmanla mücadele vardır..
Örneğin bilgi (+paylaşımı) alanında, örneğin
kültür-sanat-eğitim alanlarında, örneğin -saptırılmamış anlamıyla- sivil toplum
ve örgütlenmesi gelenekleri alanlarında, örneğin spor ve sağlık alanlarında
sürekli bir çatışma vardır. Elle tutulmaz, gözle görülmez. Kısaca -sol
jargonla- "kültür emperyalizmi ile ezilen toplum kesimleri arasında"
geçer çoğu zaman bu savaş..
Zalimlerle yapılan savaşla karıştırmamak gerekir 'zulümle
savaş'ı.. O sadece ufak bir parçası olayın. Asıl zulümle savaş; kanlı değildir!
Silahları değişiktir. Önümüzdeki PC, okuduğumuz selüloz veya elektronik
kitaplar, gazeteler vb. bu silahların bazılarıdır. Medya (TV ve diğer görsel
iletişim araçları) artı üst paragraftaki 'alanlar'ın tümü -deyim yerindeyse-
hem birer silah, hem de kaledir. Buralarda örgütlü bir güç olarak üstünlük
sağlanması şarttır 'mazlumların'. Yoksa 'zulüm' kazanır hep!
"Çivi çiviyle sökülür." denir. "Kana kan,
dişe diş" vardır bir de. "Kısasa kısas"
zihniyetinin yansımalarıdır. Taa Hammurabi Kanunlarına uzanır. Bilineni bu..
Belki daha eskidir.. İlkeldir.. Çağdışıdır.. Ve çağlar boyunca zulümle,
zalimlerle savaş, hep bu anlayışla yapılmıştır. Bu tutumda yenilen taraf
"diş bileyerek" yaşar. Fırsatını bulduğunda da aynı şeyleri yapar
diğerine.. Değişen bir şey olmaz yani.. Zulümün yenilmezliğinin bir nedeni de
budur.
Hani bir Nasrettin Hocanın kedili etli bir fıkrası
vardır.. Ondaki gibi, "madem zulmü beğenmezsin, onunla savaşırsın; onun yaptığını niye
yaparsın, fırsatını bulunca zalimleşirsin? Madem zalimleşecektin, onun
yaptığını yapacaktın; niye onu eleştirirsin, savaşırsın?"
***
Diyeceğim o ki.. Zulümle yapılacak gerçek savaş; çok daha
farklı biçimlerde yapılmalı, hiçbir şekilde tekil/1'eysel/kişisel
davranılmamalı, yukarıda saydığım silah ve kaleler (medya, internet vb.)
örgütlü olarak, yerinde ve sağlıklı biçimde kullanılabilinmeli. Gerisi
kendiliğinden gelecektir zaten..
Gerçi bu şekilde söyleyince "kolaymış yaa"
havasına giriliyor ama pek de öyle değil! Her şeyden önce, sıkça yinelediğim
gibi; zulüme karşı savaşta; kısmen de olsa başarı kazanmış
ülkelerin/toplumların, yıllar, yüzyıllar boyu süren gelişmelerden,
deneyimlerinden çıkardıkları dersler, kazanımlar vardır. Bunlar, her ne kadar
"Tarih" denerek yazıya dökülmüşse de okumak yetmez! Yaşanılması
gerekir!
Yani, her ülkenin kendine özgü yaşam biçimi vardır. Diğer
ülkelerin geçmişiyle asla bire bir uyuşmaz. Onların -günümüzdeki- olumlu
yanlarını aynen alıp uygulamaya kalkınca; bu eklektizme girer, taklitçilik
olur, özenti olur, -günümüz argosuyla- çakma olur! Ve asla sürekliliği gelmez,
başarıya ulaşmaz..
Tarihten ve başkalarının Tarihinden de yararlanarak,
günümüz dünyasıyla bir sentez oluşturmak gereklidir. Bu, gidilecek YOLa ışık
tutacaktır! Ve bu sentezin alabildiğine yaygınlaştırılıp, sindirilmesi şarttır!
En azından yola çıkacak örgütlü 'mazlumların'; yeterince bilince çıkartmaları
gereklidir bu sentezi.
Ve daha bu birinci aşaması. Hiç de kolay görülmüyor değil
mi? ;)
Not: Bu konu daha bitmez ama anlatılması değil
yaşanılması gerekir..