8 Ocak 2010 Cuma

BİLMEK ve ÖĞRETMEK ÜZERİNE

 
"Bilginin farzı öğretmektir" demişler. Güzel söylemişler! Toplum yaratığı insan, toplumdan aldığını geri öderken bu eylemi yerine getirir: ÖĞRETİR!
 
Eğer öğretmiyorsa üç şık vardır: Ya bilmiyordur, ya öğretemiyordur ya da "küçük esnaf bezirgânlığı" denilen aşağılık bir ruh hâli içerisindedir. Birinciyi geçelim. O içten içe kanayan bir toplumsal yaradır. Her ne kadar, sıkışınca 'bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp' atasözüne sarılsak da bilmemenin, bilememenin ezikliğini yaşayanlardan iyi kimse duyamaz.
 
Öğretebilmek apayrı bir konudur. Özel eğitim ve yetenek gerektirir. Her insan öğretemez. Eğitim Fakültelerinde 'Pedagoji Formasyonu' alamayanlar öğretmenlik yapamaz. Bu 'kime, neyi, ne zaman, nasıl' öğretmek gerektiğinin öğretildiği ve sınandığı bir bilim dalıdır.
 
Kendisine 'rakip' olmasın düşüncesiyle bildiklerini en yakınlarından bile saklamayı marifet sayan çok kişinin olduğu, yozlaşmış bir toplumda yaşıyoruz. Alın size geri kalmışlığımızın en güzel neden ve sonuçlarından biri daha! Buna ister 'entelektüel ukalâlık', ister yukarıdaki gibi 'küçük esnaf bezirgânlığı' deyin. Bildiklerini; çevresine öğretip onların da bunlardan yararlanmasını sağlamak, daha bilinçli bir toplum yaratılmasına önder olmak yerine, bir takım kısa vadeli hesaplarla küçük çıkarlara alet etmeye çalışanlar bu sınıftandırlar.
 
Deveye 'boynun niye eğri' diye sormuşlar. O da 'nerem doğru ki' diye yanıtlamış. Günümüzün 'çok gürültülü' (çok sesli diyemiyorum) yaşamında yukarıda söz edilen konular fısıltı gibi kalsa da toplumun ve toplumu yaratan kişilerin bugününü ve geleceğini çok yakından ilgilendirdiği için önemlidir. Bence.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder